İçimizde kalanlarla nasıl başa çıkabiliriz?
Böyle soruyordu gelen mesajda.
Başa çıkmak için bir yara gerek, kabuk tutmuş lakin henüz tam olarak iyileşmemiş bir yara. Bir an önce iyileşmesi için üzerine merhemler sürülmüş, ilaçlar yutulmuş, gecelerce uykusuz kalınmış bir yara. Ömür yaralarla dolu. Yaşamımız boyunca pek azımsanmayacak bir zamanı bu yaralarla başa çıkmak için tüketiyoruz. İçimizde kalanlarla nasıl başarılabiliriz? Sorusunu düşündüğümde dimağıma ilk düşenler bunlardı. Sonra sordum kendime ya şikayet ettiğimiz bu yaralar bizi ‘biz’ yapan boşlukları dolduran tıkaçlarsa?
Dışlandık, kırıldık, yoksunluk çektik, küçük görüldük hatta ötekileştirildik. Bazılarının acısını unuttuk ama bazıları var ki ne yana dönsek sırtımıza yapıştı, ne kadar uzaklaşsak dibimizde bitti. Bir türlü savuramadık esen rüzgara, vedalaşıp yollarımızı ayıramadık. İçimizde sıkışıp kaldılar, kaldıkları yerde taşlaştılar. Yutkunurken boğazda düğümlenen yumru oldular.
İyi veya kötü bizi ‘biz’ yapan da içimizde taşlaşan bu tıkaçların payı çok büyük. Dışlanınca tutunmayı öğrenmek, kırıldığında nereden vurulduğunu anlamak, yoksunluk çektiğinde kıymet bilen biri olmak, küçük görüldüğünde büyük adımlar atacak cesareti göstermek gibi. Ya içimizde kalanlar şimdi ki ‘ben’ i kamçılayan unsurlarsa? Tüm kırılmışlıklar daha tedbirli olmayı sağlıyor, yalnızlıklar ayakta kalabilme gücünü besliyorsa o zaman da mı kurtulmak gerekir içimizde taşlaşan yaşanmışlıklardan?
Aldatılmışlıklar, tutulmayan sözler, hasetlikler benim kırk yamalı gönül bohçamın koyu renklerinden ama onlar olmasaydı bugün ‘ben’ dediğim insan olmazdı.
Geçmişe baktığımda iyi ki diyorum yüzlerce kez çelme takıldı ayağıma böylece vazgeçmemeyi öğrendim. Evet o zamanlar çok acıyordu canım, kalbimin her zerresi öyle çok acıyordu ki fark edemiyordum aslında açılan yaraların ileride panzehir olabileceğini. Acılar halihazırda onları yaşarken zehirdir, yaşadıkça aslında panzehir olduğunu anlar insan. O an ayağıma çelme takanlar zehirdi lakin ne zaman vazgeçecek olsam içimde bana çelme takanların bıraktığı ize bakıp, o izi gördükçe düştüğüm yerden daha tez ayağa kalkabiliyor isem o takılan çelme artık panzehirdir.
Hz. Mevlana; ‘’ Yaraların, ışığın içeri girdiği yerdir. ‘’ kelamıyla benim anlatmaya ter döktüğüm misaller aynı yolda el ele yürüyorlar.
Seni acıtan, üzen, yara açan her şey seni aynı zamanda kutsar.
Karanlık, senin aydınlatıcı mumundur.
Yıkımın olduğu yerde hazine bulunur.
Yaralarından kaçma.
Yaraların, ışığın içine nüfuz edeceği yerdir.
Hüzünlerin olduğu zaman şefkatin artar.
Yeter ki açık kalpli ol.
Acının, şefkate dönüşmesine izin ver.
Betül AK ÖRNEK