Neden her zaman mutlu değiliz?
17 yaşımdayken temel askerlik eğitimindeydim. ABD Hava Kuvvetlerinin tam teşekküllü bir üyesi olmanın tatminini hayal ederek, bu eğitim bittiğinde çok mutlu olacağımı düşündüğümü hatırlıyorum.
24 yaşımdayken üniversitelere başvuruyordum. Bunların hiçbirine gireceğimi düşünmemiştim. Bu yüzden sadece düşük puanlı olanlara başvurdum. Eğer o okullardan birini tutturursam mutlu olacağımı sandım.
Çoğumuz bu duyguya aşinayızdır: Bir sonraki dönüm noktasına ulaştığınızda, sonunda gerçek mutluluğu yaşayacağımızı düşünürüz. Beklediğiniz an gelir, anlık bir mutluluk hissedersiniz ve sonra azalır.
William von Hippel, In The Social Leap adlı eserinde mutluluğun evrimsel işlevini açıklıyor. Şöyle yazıyor: “Hayat neden bize bu kirli numarayı oynadı, bize ömür boyu mutluluk sağlayacak başarı hayalleri verdi, ancak daha sonra hedeflerimize ulaştığımızda duygusal karşılığını teslim etmekte başarısız oldu?”
İlk insanlardan başkalarıyla birlikte bir grupta yaşayan iki farazi kişiyi düşünün. İkisi birlikte bir av grubuna liderlik eder ve bir mamut avlarlar. Gruplarına etle dönerler, büyük sevgi gösterileri ve övgü yağmuruna tutulurlar.
Bu iki kişiden biri kalıcı olarak mutlu olurken, diğeri bir hafta sonra taban çizgisine dönüyor. İlk adam başarılı bir avı tamamladığında hissettiği hissi yeniden hayal etmekten ve rahatlamaktan ve memnun olur. Diğer adamsa bir boşluk hisseder ve o mutluluk hissini yeniden yakalamak için şiddetli bir arzu duyar.
İkinci adam daha fazla prestij, daha fazla arkadaş ve çevre edinecek. Yaşlılığında daha iyi muamele görecektir. Bu ikinci adamın genlerinin ilk adama göre çoğalması daha muhtemeldi.
Atalarımızın kalıcı mutluluğa ulaşamaması onları çabalamaya itti. Bu çabalayanlar, havalı bir şey yapıp sonra rahatlayanlardan daha fazla şeye sahip oldu.
Milyarder ve CNN’in kurucusu Ted Turner bir keresinde şöyle demişti: “En azından kısmen güvensizlik duygusuyla motive edilmeyen bir süper başarıyı hiçbir yerde bulamayacaksınız.” Virginia Üniversitesi’nden Shigehiro Oishi tarafından yürütülen bir araştırma, hayatlarından kısmen memnun olan insanların, yaşam doyumunda düşük puan alan insanlardan daha fazla kazandığını ortaya çıkardı. Bununla birlikte, orta derecede memnun insanlar, memnuniyette en yüksek puanı alanlardan da daha fazla kazandılar. Bunu şöyle yorumlayabiliriz; çok az mutluluk profesyonel başarı için yararsızdır aynı şekilde çok fazla mutluluk da.
Başarı, sıcak bir suya girmeye benzer. İlk başta su sıcak gelir. Ama bir süre sonra alışırsın. İşte o zaman artık hiçbir şey hissettirmez.
Mutluluk, ortalama olarak bir şey yaptığımız için aldığımız bir ödüldür. Daha fazla kaynak (para) elde etmek, sosyal statüyü yükseltmek, görünüşümüzü veya sağlığımızı iyileştirmek, değer verdiğimiz kişilere yardım etmek.
Yine de bunun bazı nüansları var. Örneğin, ekonomist John F. Helliwell liderliğindeki bu çalışma, küçük kasabalarda yaşayan insanların, büyük şehirlerde yaşayan insanlardan daha mutlu olduğunu buldu. Daha mutlu topluluklarda yaşayanların, daha az çalışma süreleri, daha ucuz konutlar ve yabancı ülke doğumlu daha az sakini vardı. İnsanların ibadethanelere gitme olasılıkları daha yüksekti ve topluluklarına “aidiyet duygusu” hissettiklerini bildiriyorlardı.
Büyük şehirler belli bir tür insanı çeker – bazı durumlarda eğitimli ve hırslı bireyleri. Onlar bu şehirlerde kendileri gibi insanlarla çevrilidirler. Büyük şehirler, küresel yeteneklerin ilk yüzde 5’ini çeker. Ve hepsi birbirleriyle rekabet edip ve yoğun bir statü kaygısı yaşar.
Araştırmalar, mutluluğumuzu kendimizi akran gruplarımızla nasıl karşılaştırdığımıza bağlı bir “yerel merdivene” sahip olduğumuzu gösteriyor. Altı haneli geliri olan bir bankacı, kendisini 45 bin dolar kazanan orta sınıf Amerikalıyla karşılaştırmaz. Kendini bir avukatlık bürosuna yeni ortak olan avukat arkadaşıyla karşılaştırır.
İlginç bir şekilde Helliwell ve meslektaşları, büyük şehirlerdeki insanların daha yüksek gelire, daha fazla eğitime ve işsiz kalma olasılıklarının daha düşük olmasına rağmen, küçük şehirlerdeki insanlardan daha az mutlu olduklarını keşfettiler.
Durum kaygısının bununla çok ilgisi olduğunu düşünüyorum. Dr. Drew ile son görüşmemde hayatım hakkında nasıl hissettiğimi sordu. Koruyucu evlerde ve daha sonra yoksul / işçi sınıfı bir toplulukta büyüdüm. Günden güne başkalarıyla aynı hissediyorum. Ancak hayatımı genel olarak düşündüğümde, üniversite mezunu akranlarımın çoğuna kıyasla muhtemelen daha iyi hissediyorum (belki de minnettarlık nedeniyle).
Bu, ünlü Daniel Kahneman ve Amos Tversky tarafından geliştirilen beklenti teorisi ile açıklanabilir. Basitçe ifade etmek gerekirse, beklenti teorisinin temel yönlerinden biri, bir sonucun beklentileri karşılaması veya aşması durumunda insanların mutlu olma eğiliminde olmasıdır. Ancak bir sonuç beklentilerin altında kalırsa insanlar mutsuz olur.
Örneğin, 5 tl bekliyorsanız ve 7 tl alırsanız bundan memnun kalırsınız. Fakat 10 tl beklerken 7 tl alırsanız üzülürsünüz. Şimdi, her iki durumda da aynı miktarda nakit (7 tl) almış olsanız bile, her iki durumda da öznel duygularınız çok farklı.
Benim hayata dair beklentilerim düşüktü. Sonuçlarım beklentilerimi aştı. Öte yandan, üniversite arkadaşlarımın çoğu bir grup başka yetenekli çocukla yarışmaya başladı. Hayatlarının nasıl ilerleyeceğine dair yüksek beklentileri var ve bu yüce hedeflere ulaşıp ulaşamayacaklarından emin değiller.
Yine de bazen insanlara, her evlat edinilen çocuk üniversiteden mezun olsa bile, bunun onları daha mutlu yapmayacağını hatırlatırım. Bir mezuniyet, yaşadıkları travmayı sihirli bir şekilde iyileştirmez. Ortalama olarak eğitimin de mutluluk üzerinde fazla bir etkisi yok gibi görünüyor.
Eğitim ve öznel iyi oluş arasındaki ilişki üzerine yakın zamanda yapılan bir araştırma şaşırtıcı bir sonuç ortaya koydu. Araştırmacılar, insanların daha fazla eğitim almasının nedenlerinden birinin, daha az eğitimli insanlara göre daha fazla boş zamana sahip olacaklarına inanmaları olduğunu buldular.
Ancak daha fazla eğitime sahip insanların aslında daha az boş zamanı vardır. Daha uzun saatler çalışırlar. Bu, beklentileri yükseltir ve yaşam memnuniyetlerini azaltır. Bu çalışma, eğitimin refah üzerinde hiçbir etkisi olmadığı sonucuna varmıştır.
Buna bağlı olarak, 23 çalışmaya genel bir bakış, bireysel düzeyde IQ’nun mutlulukla hiçbir ilişkisi olmadığını buldu. Rastgele iki Amerikalının IQ’sunu bilmek, birinin diğerinden daha mutlu olup olmadığı hakkında size hiçbir şey söylemez.
Bir başka büyüleyici çalışma da ne tür yaşam olaylarının refah üzerinde kısa vadeli ve uzun vadeli etkileri olduğunu inceledi. Araştırmacılar, bir işte terfi almanın veya işten çıkarılmanın, yaklaşık üç aydan sonra refah üzerinde fazla bir etkisi olmadığını keşfettiler. Yani, ortalama olarak, kovulmak sadece yaklaşık 3 ay acı verir. Ve terfi etmek sadece yaklaşık 3 ay boyunca iyi hissettirir.
Peki mutluluk üzerinde uzun süreli etkisi olan faktörler nelerdir? Zararlı faktörler arasında bir eşin veya çocuğun ölümü, ayrılık veya boşanma ve büyük mali kayıp (örneğin, iflas) yer alır.
Olumlu faktörler ise; evlenme, çocuk sahibi olma ve büyük bir mali kazanç (örneğin miras veya piyango kazançları) idi. Çok azımızın zengin bir amcadan miras alacağını düşünürsek, sevdiğimiz insanlarla ilişki kurmak, uzun süreli mutluluk için en iyi şansımızdır.