Çocuklukta yaşananların büyüdüğümüzde de peşimizi bırakmadığını görmek en büyük uyanışlarımızdan biri olsa gerek.
Gayemiz hayata tutunmak ve hayata tutunmaya çalışırken kendimizi güvende hissetmektir.
Biz, umursamadığını ve tam bağ kuramadığımızı bildiğimiz halde muhtaç olduğumuzu biliriz, bazen.
Yine de sıkı sıkıya tutunmaya çalışırız bir anne veya bir baba eline…
Onlar için küçük ama bizim için anlamlı bir dokunuş için çırpınır dururuz yıllarca, zamanla vazgeçeriz ve her vazgeçiş yıkılan değerlere dönüşür bizim için.
Sonra büyük bir bekleyiş başlar. Bu kaldığımız yıkıntının altında birinin bizi kurtarmaya geleceğine dair bir el arar dururuz.
Oysa yıllardır içimizde bir yerlerde incinmiş ve kırılmış çocukluğumuzun kurtarılmak için uzattığı elin asıl olarak bana ulaşmaya dair çırpınışları olduğunu anlarız.
Sonra bir umut belirir içimizde ve umut zamanla, içimizde olan incinmiş parçalarımızla güçlü taraflarımızın entegre olabileceğine dair bir inanca dönüşür.
Sahip olduğumuz bu yeni inançla daha iyi anlarız:
“İnsan bırakamadığı, insan dönüp bakamadığıdır…”
Biz kaçtığımıza, dönüp bakmaya cesaret edemediğimize dönüşürüz zamanla.
Akıl kaçmakla meşgulken, olmakla ilgilenemez, çünkü.
Tekrar tekrar içine girip durduğunuz yaşam tuzaklarınızı, yaşam döngülerinizi düşünün.
En çok korktuğunuz şey gelmedi mi her defasında başınıza?
Sahiplenemediğimiz her bir yanımız zaman geçtikçe aşılması güç duvarlara dönüşüyor.
Dönüp bakabilmeye, kaçmak yerine sahiplenebilmeye ihtiyacımız var.
Uzman Klinik Psikolog Büşra Keleş