Edebiyat hayat kurtarır. Üstelik hiç tahmin etmediğiniz kadar sık bir şekilde. Hem okurlar hem de yazanlar için, evet, bu böyledir. Özellikle kurgu romanlar henüz yaşamadığımız ama yaşama olasılığımız olan şeyler için bize şimdiden bir ihtimaller ağı ve kaçış rotası sunar. Bunu, hayata ve o hayatta başımıza geleceklere karşı aşılanmak olarak hayal edebilirsiniz. Ardından da bağışıklık kazanır ve bir şeylere daha hazır hâle geliriz. Bunun ne kadar önemli olduğunu, başınıza okuduklarınıza benzer bir şey gelmeden asla bilemezsiniz.
Ayrılma, terk edilme, göç, etiketlenme, sürgün, kayıp, fakirlik, kıtlık, savaş, soykırım, aşk gibi birçok şeyi hiç tecrübe etmemiş bile olsanız okuduğunuzda bunlara dair bazı düşünce ve davranış kalıpları edinirsiniz. Psikologlar ve sinir bilimciler, kitaplarda anlatılanlar okur tarafından sadece hayal bile edilse, beyinde gerçekte yaşanıldığında aktive olacak bölgelerin harekete geçtiğini söylüyorlar. Bu yetişkinler için de masal dinleyen çocuklar için de aynı anlama geliyor.
Çocuk odaklı ebeveynlik ve eğitim anlayışı benimsemeye başlamamıza rağmen hâlâ birçok çocuk, evinin kapısından sokağa, pazar kahvaltılarında pişirilen patates kızartması kokusu gibi huzursuzluk sızan evlerde büyür. Ve bu evlerdeki birçok çocuğun o evlerde aklına ve kalbine mukayyet olmasını sağlayan tek şey kaçıp sığınabileceği güvenli bir dünya olmasıdır: Kitaplar!
Yazanlar için elbette durum biraz farklı. David Shields gibi yazarlar, yazarların yazdıkları şeylerin birçok intihar notunun bir araya gelmesinden oluştuğunu düşünüyor. Yani ona göre birçok kişi bu notları yazıp hayatına son vermek yerine kitaplaştırıp yayınlıyor. Bu da yazmanın gerçekten hayatî bir yanının olduğunu gösteriyor. Ancak elbette bu notlar, apaçık bir şekilde okurlar tarafından fark edilemiyor. Yazarlar bu notları, bir aynanın arkasına gizliyorlar ve siz baktığınızda aynanın arkasındakini değil de önündeki yansımanızı görüyorsunuz. Son zamanlarda daha hızlı, hep hızlı ve çok hızlı yaşamamızdan kaynaklanan duygu körlüğü ve hissetme güçlüğü, insanın kendi tanımasını ve anlamasını engelliyor, bu da yazma ve o yansımamızı kavrama becerimizin günden güne körelmesine sebep oluyor.
Yazmak travmalarımızla başa çıkmamıza yardım ederken yetersizlik olarak gördüğümüz bazı yetersizliklerimizi de telafi edebiliyor. Daniel Shields hep, kekeme olduğu için insanlarla iletişim kurarken zorluk yaşadığını ama bu zorluğu yazarak aştığından bahseder. Çünkü yazınca, insanlarla konuşmasına pek gerek kalmamıştır. Yazmak onun için konuşmaya göre daha işlevseldir ve kekemeliğinin getirdiği zorluğu hayatından çıkarmasını sağlamıştır. Bu yöntem ne kadar doğru, bilmiyorum. Kendisinin yalancısıyım.
Ancak sanıyorum ki mevzuyu okurlar ve yazarlar olarak ayırmamak gerekiyor. Çünkü kendini yazar olarak nitelendirmeyenler bile bir şekilde yazardır. Çünkü zihin insanı korumak için, geçmişi bize tamamiyle gerçek olarak değil de bir hikâye olarak sunar. Bizim beğenebileceğimiz, bizim hayata tutunmamızı ve katlanmamızı sağlayan bir hikâye olarak… Bu da hepimizi yazar, edebiyatı hayat kurtarıcı bir öge hâline getirir.