Hepimizin, kendi duygularımızdan emin olmadığımız anları olmuştur. Öte yandan, hepimiz kendimizi ve başkalarını gerçekten anlamanın nasıl bir şey olduğuna dair kısa bakışlar deneyimlemişizdir. Bu etkileşimleri belirleyen zekânın ayrı bir yönü var mı? Ayrıca, bu yetenekler duyguları tanımlama ve anlama süregelen ve doğuştan mı yoksa sonradan kazanılabilir ve gelişmeye tabii midir?
Tartışma sürerken, bu hayati soruları netleştirmeye yardımcı olabilecek ipuçları var. Başlangıçta, tartışmaların çoğu, duygusal zekânın (EI) belirli duygusal yeteneklerin (yetenek modelleri) bir araç takımı mı yoksa sadece bir grup duygusal kişilik özelliği mi (özellik modelleri) olduğuyla ilgiliydi. Sonunda, Dört Dal modeli olarak bilinen duygusal zekânın temelini hangi kriterlerin oluşturduğu konusunda genel bir fikir birliğine varıldı: (kendini ve başkalarını algılama), anlama, kullanma ve duyguları yönetme. Bunları ele alalım: algılama, – genellikle sözel olmayan – duygunun farkında olmak, içsel hisleri veya başkaları tarafından hissedilen duyguları fark edebilmek olarak anlaşılabilir. Anlamak, duyguyla iletilen temel mesajları etiketleyebilmek ve kavrayabilmek, farkındalığın daha derin bir biçimidir. Bu becerinin gerçekten etkili olup olmadığı konusunda endişeler bulunduğundan, kullanım dördünün en tartışmalı dalıdır, ancak belirli düşünce ve davranışları teşvik etmek için duyguların bilişimize nasıl rehberlik ettiği düşünülebilir. Son olarak, etkili bir şekilde kullanılabilmesi için önceki üçünün kavranmasını gerektiren beceri yönetmektir. Kişinin duyguları üzerinde kontrol sağlayabilmesi için öncelikle ne hissedildiğinin farkında olması ve duygularının ne ilettiğine dair bir anlayışa sahip olması gerekir.
Duygusal zekâ üzerine araştırmalar devam ettikçe, bazı araştırmalar, yalnızca duygusal zekâ tarafından açıklanamayan öz algıları ve eğilimleri hesaba katmak için dört kriteri duygusal öz-yeterlikten (ESE) veya kişinin duygusal yeteneklerine olan inancından ayırmaya başladı. Bununla birlikte, kendimizle ve başkalarıyla etkileşim kurarken bu yönlerin her birinin ne kadar değerli olduğu bellidir. Etkileşimleri, bireyler arasındaki iletişim ve anlayıştaki aşırı çeşitliliği hesaba katan, parçalarının toplamından daha büyük bir deneyimle sonuçlanır. Örneğin, diğer insanların ne hissettiğinin farkında olmadan empati kurmaya çalıştığınızı veya güçlü bir duygu yönetimi olmadan bir duyguyu ifade etmeye çalıştığınızı hayal edin. Düşük duygusal zekânın sonuçlarını hayal etmeye başlayabilirsiniz. Daha yüksek duygusal zekâ ve duygusal öz-yeterlilik seviyeleri, iş etkinliği, liderlik becerileri, akademik başarı ve genel refah ile ilişkilendirilmiştir (Bastian ve diğerleri, 2005; MacCann ve diğerleri, 2011). Mathews ve ark. (2002), bu akıl ekseninin, sosyal deneyimlerde daha derinlere kök salmış alanları ilgilendiren daha büyük yaşam fırsatlarına izin vermek için sosyo-ekonomik statü ve eğitim deneyiminin geleneksel değerlerini nasıl aşabileceğini açıklayarak uygun bir şekilde özetler.
Duygusal zekânın (EI) ne olduğuna ve neden önemli olduğuna değinmiş olsak da, henüz şekillendirilebilir olup olmadığı fikrini ele almadık. Bar-On’a (1997) göre, duygusal zekâ biz yaşlandıkça gelişmeye devam eder ve bu nedenle yaşamımız boyunca nispeten istikrarlı olan IQ’nun aksine bir büyüme fırsatına işaret eder. Fakat eğitim yoluyla duygusal zekâyı geliştirebileceğimize dair kanıt var mı? Herhangi bir duygusal zekâ (EI) eğitim alayının değerli olması için, programlamasının kanıtlanmış bilimsel teoriye dayanması gerekir, bu da bizi Nelis ve diğerlerinin çalışmasına götürür. (2009). Nelis ve ekibi, her biri iki buçuk saat süren ve haftada bir, dört dersten oluşan lisans öğrencileri için bir çalışma tasarladı. Dört Daldaki katılımcıları eğitmek için tasarlanan bu oturumlarda dersler, rol oyunları, tartışmalar ve verilen okumalardan yararlanıldı. İlerleme, duygusal zekâ (EI) (MSCEIT) ve duygusal öz-yeterlilik (ESE) (ESE Ölçeği) için standartlaştırılmış ölçekler kullanılarak belirlendi. MSCEIT, daha önce açıklanan dört yönün her biri için puanlar üreterek, araştırmacıların her bir yöndeki değişiklikleri ayrı ayrı araştırmasına olanak tanırken, duygusal öz-yeterlilik (ESE) Ölçeği, kişinin kendisiyle veya başkalarıyla ilgili duygusal güveni, bağımsız olarak belirlemek için ölçülebilir. Altı ay sonra bile, duygusal zekânın “algılama” ve “yönetme” yönlerinde önemli gelişmeler bulundu, “anlama” değişmedi ve “kullanma” ölçülemedi.
Dacre Pool & Qualter (2012) bu bulguları tekrarlamaya çalıştı ve iki temel farkla benzer bir deneysel model kullandı. İlk olarak, dört yerine on bir hafta boyunca öğretildi ve gelişme için yeterli zaman sağlandı. İkinci ve daha da önemlisi, bu çalışma, duygusal zekâ( EI) seçmeli dersi hariç, benzer sınıf programlarındaki bir kontrol grubu öğrenciyi içeriyordu. Böyle bir değişiklik, artık bir karşılaştırma grubuna sahip oldukları için daha sağlam nedensel ilişkilerin bulunmasına izin verdi. Duyguyu yönetmede kontrol grubuna göre benzer anlamlı gelişmeler buldular, ancak Nelis’in duyguyu anlamada hiçbir değişiklik bulamadığı yerde, Dacre Pool ve Qualter önemli bir pozitif değişiklik buldu ancak, duyguları algılama ve kullanma sonuçları bu yeni müdahaleden önemli ölçüde etkilenmedi. Sonuçlardaki bu farklılık, gelecekteki araştırma yönleriyle ilgili çıkarımları nedeniyle özellikle heyecan vericidir. Bir seferde duygusal zekânın (EI) kaç yönünün eğitilebileceği, hangi ortamların duygusal zekânın (EI) farklı yönlerini beslediği, her dalın kendi benzersiz öğrenme yapısına sahip olup olmadığı, duygusal zekânın (EI) çok katmanlı olup olmadığı ve daha fazlasını içeren soruları gündeme getirir. Bu tür bulgular, duygusal zekâyı (EI) iyileştirmek ve daha kurumsal yöntemler geliştirmek için sağlam bir temel oluşturur.
Peki tüm bunlar ne anlama geliyor? Son zamanlarda, Hodzic ve ark. (2018), bu duygusal zekâ (EI) eğitim müdahalelerinin etkinliği hakkında bir meta-analiz yürütmüştür. 24 çalışmada, duygusal zekâ eğitiminin etkinliği için orta düzeyde bir uygulama alanı buldular, bu da bu sonuçların gerçekten önemli olduğu anlamına geliyor. Ayrıca, muhtemelen daha güçlü teorik kökleri nedeniyle yetenek modellerine (dört dallı model gibi) dayalı çalışmalar için etkiler daha güçlüydü. Yine de, tartışmalarında sunulan en ilginç fikir, duygusal zekâ (EI) için farklı çalışma seviyeleri fikriydi. Bu alanın yeni gelişen doğası göz önüne alındığında, araştırma, duygusal zekânın (EI) temel işletim düzeyine yeni yeni erişmeye başlıyor. Bu sığ düzey, bu becerilerin fiilen kullanımını yöneten daha derin karmaşıklıklardan ziyade, yalnızca duygunun daha olgusal doğasıyla ilgilidir. Böyle bir bakış açısı değişikliği, önceki bulguları bağlam içine sokar ve bu alanda ortaya çıkarılacak bilgi zenginliğini yeniden teyit eder.
Genel olarak, bu alanda duygusal zekânın (EI) varlığını ve önemini destekleyen büyüyen bir çalışma grubu var. Bununla birlikte, bu duyguyu algılama, anlama, kullanma ve yönetme ağı, onu geliştirme yeteneğimiz söz konusu olduğunda genellikle göz ardı edilmiştir. Ön müdahale çalışmaları, duygusal zekânın belirli yönlerinin bir dereceye kadar etkilenebilir olduğuna dair bazen çelişkili kanıtlar bulmuştur, bu da bunu kesinlikle daha fazla çalışmayı hak eden bir alan haline getirmektedir. Bu, özellikle gelişmiş duygusal zekânın (EI) hem profesyonel hem de kişisel bağlamda etkileri düşünüldüğünde geçerlidir. Duygusal zekâ anlayışımız geliştikçe, bir gün duygusal iyiliğe olduğu kadar akademik iyiliğe de öncelik veren bir eğitim sistemi olabilir.