Jose Saramago, bundan yıllar önce panzehri ya da tedavisi olmayan bir körlük salgınını işlediği distopik bir roman yazdı. Kitap, haklı olarak bir sürü ödül aldı. Eserde, sosyal varlıklar olarak bir arada yaşayan insanların aniden kör olması korkunç bir kaosa sebep olmuştu ve küçük bir kıyamet yaşanmıştı. Kitap yüzlerce dile çevrildi, her ülkede en çok okunanlar arasına girdi ve ardından da kendini gerçekleştiren kehanete dönüştü. Çünkü toplumun birçoğu şu an belki Saramago’nun kastettiği gibi değil ama bambaşka bir körlük salgınına yakalanmış durumda. Duygu körlüğüne! Neyse ki bir geri dönüş mümkün ve etkili reçeteleri var.
Lise çağındaki bir genç okuma yazma bilmiyor olsa bu yaşa gelene dek gerekenin öğretilmemesine tepki koyar, işin sorumlularını bulmaya çalışır ve hemen harekete geçeriz. Oysa aynı çocuk duygu okuryazarlığı bakımından çok geride olsa bunu umursamaz ve hatta fark etmeyiz bile.
Duygu okuryazarlığının yetersiz düzeyde olması durumuna duygu körlüğü deriz. Bu konu da bir alfabe okuryazarlığı kadar önemsenmesi gereken hayati bir meseledir. Çünkü birçok çocuk ve genç karşıdaki kişinin mimiklerini anlamada, duygularını yorumlamada ve ona göre davranmada olması gereken beceri düzeyinin çok altında seyrediyor. Kimisi yanına gidip, “Şu an çok kızgınım!” veya “Şu an mutluluktan havalara uçuyorum!” diyene dek sizdeki hâli çözümleyemiyor ve gerekli tepkiyi, desteği veremiyor. Bu da sosyal kırılmalara, ilişkilerin sağlıksız olmasına ve insanları birbirine bağlayan görünmez ağlara zarar veriyor.
Peki, suç kimde ve bunun sebebi ne?
Çocuklar küçükken çok fazla soru sorar. Biz de bunlara elimizden geldiğince cevap vermeye çalışırız. Ancak bazı soruları önceler, bazılarını da görmezden geliriz. Mesela, bir çocuk mikrodalga fırının çalışma prensibini sorsa bunu ona saatlerce anlatırız. Ama aynı çocuk, otogarda gördüğü bir kadının neden ağladığını sorsa sanki ayıp bir şey söylemiş gibi onu kolundan çekiştirir ve bu konuda üzerine konuşmamayı tercih ederiz. Çocuğa verdiğimiz mesaj şudur: Bir mikrodalga fırının çalışma prensibi, o kadının neden ağladığından çok daha önemlidir. O yüzden çocuklar da bir süre sonra duygular üzerine konuşmamaya ve bunları görmezden gelmeye başlar. Anlayacağınız suç hepimizde. Zira bir çocuğun büyümesinden sadece öğretmeni ya da anne-babası değil, tüm mahalle sorumludur.
Duygu okuryazarlığı oranı nasıl arttırılır?
- Çocuklarla küçük yaştan itibaren duygular üzerine konuşun. Bir olay olduğunda duygularınızı onlarla paylaşmaktan çekinmeyin. Onlara ne hissettiklerine dair sık sık sorular sorun.
- Ağlayan bir insan gördüğünüzde oradan vebadan kaçar gibi uzaklaşmayın. Çocuklarla ve gençlerle o kişinin duyguları üzerine istişare edin, ona yardımınızın dokunup dokunmayacağını tartışın. Su alıp yanına gidin, ağlayan kişiye gerekirse destek çağırın. O sakinleşene kadar yanında durun. Aynı şeyi mutlu insanlar için de yapabilirsiniz. Onunla mutluluğunu paylaşın ve hatta bu mutluluğu kutlayın.
- Çocukların istedikleri evcil hayvanları beslemelerine müsaade edin. Bu, onların empati kurma becerilerini geliştirir.
- Çocuklarla küçüklükten itibaren göz göze konuşun ve onlardan size bir şeyler anlatırken gözlerinize bakmasını isteyin.
- Bazı günler, çocukların veya gençlerin yanına gidin ve sadece vücut dilinize bakarak gününüzün nasıl geçtiğini tahmin etmelerini isteyin. Elbette, sözel olarak ipucu vermeyin.
- Filmlerin bazı bölümlerini sessiz olarak izleyin ve çocuklardan ya da gençlerden filmde neler yaşandığını, karakterlerin yakınlık derecelerini ve oyuncuların duygu durumlarını kestirmelerini rica edin. Bu etkinlik onlara, duygu okumada konusunda rehberlik edecektir.