Sanıyorum ebeveynler bunu bilerek hiçbir zaman yapmak istemezler. Ama farkında olmadan çocuklarımızı olumsuz etkilediğimiz mutlaka oluyordur. Önemli olan bunu farkına varıp düzeltmeye çalışmak. Peki, bir ebeveyn ne yaparsa çocuğunun karakterini olumsuz etkilemiş olur?
Çocuğumuzun öğrenmesini engellediğimizde: Çocuklar aslında öğrenmeye çok meraklıdırlar. Her şeyi sorarlar. İncelerler. Bir makineden farksızdırlar öğrenme konusunda. Çocuklarımızın öğrenme hevesini ve isteğini canlı tutmakta ve geliştirmektense onların heveslerini kırabiliyoruz. Bu da onların merak duygusunu öldürebiliyor. Nasıl mı? Onların soru sormalarına izin vermeyerek ya da sorularını geçiştirerek. Veya sorduğu soruya hızlıca cevap verip onun keşfetme becerisini elinden alarak.
Çocuğumuzu sürekli kontrol ettiğimizde: Çocukları öğrenmeye ya da kitap okumaya, ders çalışmaya teşvik etmemiz de önemli. Ama bunu nasıl yapacağımız önemli. Genellikle ebeveynler çocuklarına bir şey yaptırmak istediklerinde ödül-ceza ve övgü gibi kontrol mekanizmalarını kullanıyorlar. Ben bu konuda ödüllendirme ve cezalandırmanın iyi bir yaklaşım olduğunu düşünmüyorum açıkçası. Bu yöntem, çocuklarımızı ödül noktasında memnuniyetsiz, cezalandırma noktasında da ebeveyne öfke dolu yapıyor. Üstelik onları şartlandırıyor. “Yarım saat kitap okursan iki dondurma yiyebilirsin!” Bir süre sonra bu iki dondurmaz az gelecek ve daha fazlasını bekleyecek. “Bu sefer üç dondurma olmaz mı?” ya da “Bir saat geç yatarım!” gibi. Ödül verdikçe çocuk o ödülün artmasını isteyecek ve hatta sizin şartlarınıza karşılık size şart sunmaya başlayacak. Oysa ders yapmasını, kitap okumasını istiyorsunuz. Çocuğunuz değer verdiği için ders yapmıyor ya da kitap okumuyor. Cezalandırılmamak için veya ödülü kazanmak için yapıyor onları. Ve bir süre sonra da ortada ödül yoksa hiçbir şey yapmayı kabul etmiyor.
Çocuğumuza bedel ödetmediğimizde: “Çocuğa bedel ödetmek” dediğimizde kulağa çok sert geliyor sanki. Aslında anlatılmak istenen şu: “Yaptığın hatanın sonuçlarına katlanman gerekiyor.” Örneğin; ertesi gün okul var ve matematik ödevini yapmadı. Akşam oldu ve uyku saati geldi. Çok da yorgun görünüyor. Ama ödevini yapmadan da okula gitmek istemiyor. Arkadaşlarının gözünde küçük düşmek istemiyor çünkü. Size gelip durumu anlatıyor ve siz de hemen kurtarıcı rolünü üsteleniyorsunuz. “Sen git uyu, ödevini ben yaparım” diyorsunuz. Oysa ödevini yapabilecek zamanı vardı. Ama yapmadı. Yapmadıysa sonuçlarına da katlanmayı bilecek. “Yemeğini yemezsen aç kalırsın.” Kalkıp yiyeceği bir yemeği pişirmek ona iyilik yapmak olmuş olmuyor yani. Böyle davrandığımızda şu mesajı vermiş oluyoruz: Sen acizsin. Kendi sorunlarını çözemezsin ve bana muhtaçsın.
Çocuğumuza sorumluluk vermediğimizde: Çocuklarımıza yaşına uygun sorumluluklar vermek onların gelişimine açılan yol aslında. Onların yapabileceklerini ebeveyn olarak biz yaptığımızda çocuk buna alışıyor, her konuda bizim elimize bakıyor ve sonunda hiçbir şey yapmayı beceremeyen bir yetişkin olup çıkıyor. Üstüne dökülmesin diye yemeği çocuğunuza siz yedirdiğinizde ilkokul çağına geldiğinde hâlâ kaşık tutmayı öğrenmemiş oluyor. Üstünü sürekli siz giydirdiğinizde kıyafetlerini hep ters giyiyor. Çorapları eşleştiremiyor mesela. Ailede her birey o ailenin bir parçasıdır. Her bireyin kendi üzerine düşen görevler vardır ve olmalıdır. Herkes kendi işini yapmayı öğrenecek ki hem diğer aile üyesinin üzerine yük olmasın hem de kendisini geliştirebilsin. Erkekler ev süpürmez! Kim dedi ki bunu? Erkekler hem ev süpürür, hem yemek pişirir, hem çamaşır asar vb. Madem bir aileyiz her işi yardımlaşarak yapacağız. Cinsiyete göre çocuklarınızın görevlerini ayırma hatasına düşmeyin derim ben. Bu sefer oğlunuz yetişkin olduğunda da hep birilerinin arkasını temizleyip toplamasına, yemeğini pişirmesine, kısacası bir bakıcıya ihtiyaç duyacak.
Çocuğumuz adına karar verdiğimizde: Çocuklar küçük yaştan başlayarak kendi kararlarını vermeyi öğrenmeliler. Gerçek hayatta doğru ve yanlışlar belirgin değildir. Sınırlar çok net çizilmemiştir. Bunları çocuğumuz ancak deneyimleyerek öğrenip beceri kazanır. Karar vermeyi öğrenmek de gerekiyor yani. Öyle, “hadi sen büyüdün, artık kendi kararlarını kendin ver” şeklinde olmuyor aslında. Karar vermeyi öğrenemeyen çocuk, gerçek hayatta sudan çıkmış balığa dönüyor. Örneğin; çocuğunuza küçük yaştan başlayarak seçenekler sunun. “Kırmızı etek mi mavi pantolon mu? Fasulye mi ıspanak mı? Şimdi mi sonra mı? Küçük kitap mı büyük kitap mı?” gibi. Bunlar çocuğunuza karar vermeyi öğretir ve hayatın seçimlerle dolu olduğunu anlar.
Çocuğumuzun olumsuz duygularının üstünü örttüğümüzde: Çocuğunuz olumsuz bir duygu yaşadığında hemen onu iyi hissettirmeye çalışmayın. Böyle olunca çocuk, olumsuz duyguların kötü olduğuna karar veriyor ve onları bastırmayı, gizlemeyi tercih ediyor. Utandığında yalan söylüyor. Korktuğu için kopya çekiyor. Üzülmemek kimseyle konuşmuyor vb. Böyle olunca çocuğunuzu kimsenin anlaması mümkün olmuyor. Tüm duygularını bir şekilde bastırdığı için kimse onun dünyasında neler olup bittiğini bilemiyor. Bunun yanında, çocuğunuz kendi duygularıyla da nasıl baş edebileceğini de öğrenememiş oluyor.
Çocuğumuzu koşullu sevdiğimizde: Ebeveynler çocuklarını elbette severler. Ama beğenmedikleri tarafları mutlaka vardır. Giyiniş tarzını beğenmez, arkadaşlarını beğenmez, yürüyüş şeklini beğenmez, düşünce şeklini beğenmez, yazı yazışını beğenmez, iş yapışını beğenmez, notlarını beğenmez, konuşma biçimini beğenmez vb. Ebeveyn çocuğunu çok sevse bile, beğenilmediğine dair yapılan bu eleştirileri çocuk “sevilmeme” olarak algılar. Yaşı kaç olursa olsun çocuğunuzu koşullu sevmemelisiniz. “Şu elbiseyi giyersen seni daha çok severim” dediğinizde mesela, çocuk bunu olduğu gibi kabul edilmediğine yorar. Böylece çocuğunuz hayatı boyunca hep birilerinin sevgisini kazanabilmek için başkalarının isteklerini yerine getirmeye çabalayacaktır. Kendi isteklerine değil, başkalarının isteklerine göre yaşamaya alışır. Kendisini değersiz hisseder. Başarılı olsa bile mutlu olmaz.