Çocuklar sahildeki kum taneleri kadar çok soru sorar. Hem de her gün… Sorular çocukların başına, lambaya üşüşen ateş böcekleri gibi toplanır. Ellerinizle kovalasanız da onlardan bir türlü kurtulamazsınız. Üstelik bu uçan, minik ve parlak soruların akıllara ne zaman ve nerede geleceği de hiç mi hiç belli olmaz. Etrafta vızıldayarak dolanıp dururlar ve her an her yerde parıldayabilirler. Doğum günü pastasını üflerken, prenseslerin kurbağaları öptüğü bir hikâyenin tam ortasındayken, yorganının içinde kamp kurmuşken veya tuvaletteyken!
Aynı zamanda çocukluk; astronotların geceleyin evinizin damına düşmesinden korktuğunuz, yaratıcıya, “İnsanların ölmelerine izin verip yenilerini yapmak yerine, neden elindekileri tutmuyorsun?” diye sorduğunuz, yiyeceklerle evlenip evlenemeyeceğinizi merak ettiğiniz, eğer hiç kimse bilmeyecekse iyi olmanın ne yararı olduğuna dair kafa yorduğunuz, ülkeler arasındaki çizgileri ilk kimin ve neye göre çizdiğini bulmaya çalıştığınız, göğe bulutları kimin ektiğini düşünürken cevabının “Allah” olduğunu öğrendiğinizde, “Bu işte birisinin parmağı olduğunu biliyordum!” diye bilmişçe ve yaşınızdan öte bir bilgelikle cevapladığınız dönemin ta kendisidir.
Çocuklar ve çocukluk dönemi, hepimizin tecrübe etmesine rağmen hâlâ tüm meslek gruplarının çözemediği milyonlarca ayrıntı barındıran gizemli bir mabettir. Nasıl bir insan olacağınız, nasıl bir insan olarak öleceğiniz ve çevrenizdekileri nasıl bir insana dönüştüreceğiniz hep bu periyotta ne yaptığınıza ve ne tür bir muamele gördüğünüze bağlıdır. O yüzden sandığımızdan çok daha fazla ihtimamı hak eder.
Dr. George Land, bir TEDx konuşmasında çocuklarla ilgili herkesi şok eden bir gerçeği açıkladı. 5 ve 6 yaş düzeyindeki 1600 çocuğa yeni ve yaratıcı fikirler ortaya koyma becerilerini ölçen bir test yaptıklarından bahsetti.
Bu testte dâhi kategorisine giren öğrenci oranının tam %98 çıktığını söyledi. Pek tabii o zaman herkesi inanılmaz bir iştah ve umut sarmış. Ancak yine de aceleci davranmamışlar ve testi 5 yıl sonra aynı çocuklara, yeniden uygulamışlar. Sonuç %30 çıkmış. Yani, bu çocukların eskiden neredeyse tamamı dâhi kategorisindeyken şimdi sadece %30’u bu şekilde görünüyormuş. Yine çabuk karar vermemişler ve bu testi bir de çocuklar 15 yaşına geldiklerinde uygulamışlar. Ne mi çıkmış? %12! Sonuçların korkunç olduğu düşünülürken daha acı bir gerçekle yüzleşmişler. Bu oran yetişkinlerde %2’ymiş.
Beynin ıraksak ve yakınsak olmak üzere iki düşünme biçimi vardır. Iraksak düşünmek için hayal gücünüzü kullanır ve beyninizi ışıldatırsınız. Ancak yakınsak düşünce, bir fren pedalı gibi iş görür, karar verme aşamasında olaya dâhil olur ve size sürekli şunu der: “Dur! Bu çok saçma! Denemeye değmez! Vakit kaybediyorsun!” Zannediyorum ki ikinci kategorideki seslenişe hepimiz fazlasıyla aşinayız. Zira ya küçükken yetişkinlerden duyduk ya da şu an bir yetişkin olarak bunu çocuklara söylüyoruz.
Bir çocuğun gelişmiş bir hayal gücüne sahip olması demek, onun kendinden başka çok aza öğretmene gereksinim duyacağını ve ilerleyen zamanlarda kendi problemlerini kendi çözebilen bağımsız bir kişilik olabileceğini gösterir. Eğitimin asıl hedeflediği şey de budur zaten.
O yüzden daha çok evlerimizde olduğumuz şu süreçte çocuklarınızla birlikte onların kafalarının üzerinde dolanan ateş böceklerini arttırmak adına bir sürü küçük ama etkili alışkanlığı ya da etkinliği hayatınıza geçirebilirsiniz. Resfebe yapma, gölge oyunu oynama, fotoğraf albümlerini karıştırma, objeart tasarlama, sudoku çözme, kelime ezberleme, masal uydurma, yeni tarifler deneme, eski eşyaları onarma, ebru yapma, çoraptan kuklalar dikme, kukla gösterisi düzenleme, mektup yazma, çiçek yetiştirme, ayakkabı boyama, şiir seslendirme, sabun yapma, yabancı dil öğrenme, soy ağacı çıkarma, ansiklopedi karıştırma, atlas inceleme, makrome örme, atık malzemelerden heykeller yapma, kanaviçe işleme, epoksiden takı ya da süs eşyaları tasarlama, tohum bankası yapma, tohum topları yoğurma ve daha birçoğu…