Bazen hayat sizi o kadar yorar ki kendi başınıza kalıp, her şeyden uzaklaşarak içinize kapanmak istersiniz.
Ben içe dönük halimi nasıl yöneteceğimi biliyorum. Yalnız kalmak için nasıl zaman ayıracağımı, gürültülü bir ortamda sessiz kalarak nasıl rahat hissedeceğimi, bezdirici etkinliklerden önce nasıl enerji toplayacağımı ve nasıl toparlanacağımı biliyorum. Stresimi kontrol altında tutmak için egzersiz, meditasyon ve yoga yapıyorum.
Ama geçtiğimiz yıl, kendimle yeterince ilgilenme yeteneğimi zorladı. Benim için önemli olan bir çift organizasyona katıldım ve her ikisinde de kendimi liderlik pozisyonunda buldum, ki bu harika. Bu gruplara katıldığım ve katılmaya devam ettiğim için kendimle gurur duyuyorum. Dünya için iyi olduğunu düşündüğüm şeyi yapıyorum ve benim için bu önemli. Hem de çok.
Aynı zamanda sosyal bir hayatımın olmasını da istiyorum, bu ruhumu besliyor. Bu yüzden, yalnız başıma kalıp içime dönmeyi her şeyden çok istediğim zamanlarda bile arkadaşlarım için zaman ayırıyorum.
Bir de iş var tabii. Faturaları ödeyecek parayı kazanmak için çalışmam gerek.
Ve bu çok fazla.
Yoruldum.
Bezdim.
Vücudumdaki her içe dönük nöron isyan ediyor.
Kendime şimdilik işlerin böyle olduğunu, hayatın değişken olduğunu, bir gün yeniden mağarama dönmekte özgür olacağımı söylüyorum. Yalnız geçirdiğim bir akşamla ya da bir ikindi yürüyüşüyle gücümü topluyorum.
Ama hala içe dönüklüğümün aşırılığını, bu aşırılığın işaretlerini hissediyorum. Bana tanıdık ve özgün geliyorlar. Mesela:
- Beynim bir kas kütlesi gibi yorgun. Sabahları hafif inleyerek hayata karışıyor, günü belli belirsiz bir irade ile tamamlıyor ve akşam vakti, çok acılı, aşırı dolu ve ahmak hissediyor. Eninde sonunda bir maraton koşucusu gibi bitiş çizgisinde yığılıp kalıyor.
- Anlamlı ve tutarlı cümleler kurma yetimi kaybederken kelimelerim de savruluyor. Markete gitmekte olan kocama “File mi gidiyorsun?” diye soruyorum.
- Mükemmelen hoş konuşmalar neredeyse tahammül edilemez oluyor. Konuşmak istemiyorum.
- Müzik acıtıyor. Normalde arabam hareket halindeyse müzik çalar. Ama şimdi en sevdiğim melodiler bile sanki kafamı matkapla deliyor. Sessizliğe ihtiyacım var. Mutlu sessizlik.
- Rahatsızım. Herkesten. Her zaman. Kocamdan rahatsızım mesela, her akşam benimle muhabbet etmek isteme hadsizliğinde bulunuyor. O bir ara taşınan şimdi de bizi ziyarete gelen eski dostumdan rahatsızım. Ne kadar meşgul olduğumu bilmiyor mu?
- Sinirli olmadığım zaman ağlayasım geliyor. Oldukça. Çok. Ta ki biri gelip de beni kendi iyi niyetimden kurtarıncaya kadar iç çeke çeke ağlayasım geliyor. Kurtarıcım gelse ve dese ki “Sorun değil, ben hallederim. Sen git bir dağ başında birkaç hafta otur, her şey düzelecek.”
Tabi ki böyle bir şey olmayacak. Şimdilik bir görevden diğerine zıplayıp, bir işten bir diğerine atlayacak; öfke ve gözyaşıyla boğuşacak, günün sonunda yığılıp kalacak, ertesi sabah ise kendimi sürükleyerek yataktan çıkacağım.
Şu anda tüm yaptığım bu ve bu da içe dönüklüğün sizin için gerçekten önemli olan şeyleri yapmamaya bir bahane ya da ayak bağı olmadığının ispatı. Şu an yapıyor olduklarım benim için gerçekten önemli.
Sadece beni kızdırmamaya çalışın, tamam mı? Çünkü şu dünyada patlamaya hazır bir bombaya aşırı içe dönük kişilerden daha çok benzeyen çok az şey var.
(Not: Merak etmeyin, herhangi bir şiddet eylemi gerçekleşmeden önce kendimi bir dağ başına atacağım.)
Yazar: Sophia Dembling