3 yaşındayken yapısal olgunluğuna ulaşan, duygusal, dürtüsel ve değişken çocuk beynimizle aşık oluruz. Fakat, 28 yaşında olgunluğuna ulaşan, en temel ve stabil yetişkin beynimizle aşık kalırız. Başlangıçta çocuk beyni aşkı heyecan ve neşeyle doludur. Fakat bilişsel limiti nedeniyle kaçınılmaz olarak acı ve anlaşmazlıkla karşılaşır. Çünkü başkalarının perspektifinden görme veya o an içinde nasıl hissettiğimizden bağımsız olarak başka insanları anlama konusunda yetersizdir. Yetişkin aşkı, en insani olan şefkat, nezaket, manevi ilgi ve gelişme isteğinden doğar.
Huysuzluk ve öfke nöbetlerine rağmen, çoğu kişi küçük çocukların neşeli, sevecen, etkileyici ve eğlenceli olduklarında hemfikirdir. Bu da zaten aşık olmaya çok benziyor. Çocuk beyni aşkı, merak, hayret ve yakınlığı öne çıkardığı için yetişkinler için çok eğlencelidir. Fakat stres altındayken, alıştığımız gibi çocuk beynine çekildiğimizde, dürtüsel, tepkisel, bencil ve talepkar oluruz.
Aslında aşk ilişkilerinde çocuk beynine geçmeye yatkınızdır. Hayatımıza eklediği mükemmel şeylerle birlikte, aşk, çocukluğumuzdan beri tecrübe etmediğimiz en derin zayıflıklarımızı da ifşa eder. İlişkinin başlangıcındaki anlaşmazlıklarda, iletişim alışkanlıkları şekillenirken çoğu aşık yürümeyi öğrendiğinden beri bu kadar duygusal olarak bağımlı ve güçsüz hissetmemiştir.
Çocuk gibi aşık olan yetişkinler yakınlığı partnerlerinin kendisi gibi olmasıyla karıştırırlar. Partnerleri kendi zevkleri, ilgi alanları, zayıflıkları olan bireyler gibi davrandığında, çocuk beynin öz yerleşik kırılgan algısının birebir aynısı olmadıklarını fark ettiklerinde, bunu ihanet ve reddedilme gibi algılarlar. Çocuk beyni aşkındaki çoğu şikâyet özünde şudur: “Neden daha fazla benim gibi olmuyorsun?” “Neden neye ihtiyacım olduğunu bilmiyor ve direkt yapmıyorsun?”
Aşk Çocuk Beyne Kolay Gelir
“Aşk kolaydır, ilişkiler zordur” sözünü duymuşsunuzdur. Gerçek şu ki, ilişkiler zordur çünkü çocuk beyinde aşk çok kolaydır. Başlangıçta coşku ve sonsuz enerji hissi vasopressin ve oksitosin gibi sosyal davranışlar, cinsel motivasyon ve çiftlerin bağlanması konusunda anahtar olan hormonlar aracılığıyla akar. Bizi bulutların üstünde yürüyormuşuz gibi hissettirir. Bir de yeni kazanılan hiper-odaklanma vardır: aşık olunan dışında çok az şey düşünürüz. Bir restoranda aşık olan çiftleri hemen fark edersiniz. Birbirleriyle çok ilgilidirler, yemeklerine doğru düzgün bakmazlar ve etraflarında olan bitene kayıtsızdırlar. Çocuk beyni kendini yansıtma yoluyla bağlanmayı kolaylaştırır. Çocuk beyni aşık olunca, en iyi duygusal durumumuzu ve dürtülerimizi hayranlık nesnesine bağlarız.
Bizi bir araya getiren bağlanma hormonlarının etkisi azaldıkça – etkileri sadece birkaç ay sürer- aşık olmaya bağlı coşku hissi de azalmaya başlar. Âşık olduğumuz kişiyi idealize etmeyi bırakır ve onda sevmediğimiz şeyler görmeye başlarız. Aşık olduğumuz kişinin nasıl biri olduğu hoşumuza gitmiyor değil de sanki önceden onların hakkındaki her şeyi seviyormuşuz gibi gelir. Fakat bencil çocuk beyni yansıtmaktan vazgeçmez. Kötü hissettiğinde, aşık olunan kişinin negatif özelliklerini yansıtır. Bu kaçınılmaz illüzyonun bozulması durumu çiftlerin kavga ettiği şeydir. Birlikte yaşamanın ikinci yılında başlar. Beyinlerinin yanlış bölümüyle, benim “İnsanın Büyük Çelişkisi” dediğim şeyi dengelemeye çalışırlar.
İnsanın Büyük Çelişkisi
İnsan, iki zıt dürtüyü dengeleme ihtiyacıyla hayvanlar arasında eşsizdir. Otonom olma dürtüsü – kendi düşüncelerine karar verme, hayal gücü, yaratıcılık, duygular, davranış- eşit derecede güçlü sevdiklerine bağlanma dürtüsüyle rekabet etmek zorundadır. Özgür ve bağımsız olmak isteriz. Aynı zamanda sevdiklerimize güvenmek isteriz – ve onların da bize güvenmesini isteriz.
Diğer sosyal hayvanların – grup ve sürü halinde yaşayanlar ve olgunlaşmamış duygusal bağlar kuranlar – çok az veya hiç korumak istediği görülebilir birey olma hissi yoktur. Tek başına yaşayan hayvanlar özgür ve bağımsızdır fakat anne-yavru ilişkisi dışında duygusal bağ kurmazlar. Sadece insanlar, ters yönlere çeken güçlü dürtülerle mücadele eder. Birine çok fazla duygusal yatırım diğerindeki duygusal yatırımı bozabilir. Otonom olma ve bağlanma dürtüleri arasındaki rekabet o kadar önemlidir ki çocuklukta tüm gücüyle ortaya çıkar. 2-4 yaş arası çocukluk dönemi, çocuğun kendisiyle ilgilenenlerden ayrı biri olduğunu fark etmeye ilk başladığı dönemdir. Ebeveynlerinden farklı olan duygusal durumlarını fark etmeye başlarlar. Önceden kendileriyle ilgilenenlerle birmiş gibi hissedelerdi. Bu bir nevi güven ve rahatlık verirdi. Bu yeni farkındalık merak ve heyecan ortaya çıkarsa da rahatlık ve güvenliği de tehdit eder. Şimdi tam gelişmemiş negatif bir kimlikle mücadele etmek zorundalar: Kim olduklarını bilmiyorlar, fakat tahrik edildiklerinde kim olmadıklarını biliyorlar. Siz ne isterseniz o değiller. Bu yüzden bu yaş grubundaki çocukların favori iki sözcüğü vardır: “Benim” ve “Hayır”
Otonom olma dürtüsüyle biçimlenen ebeveynleriyle çekişmesi diğer dürtüsünü tehlikeye atar – bağlanma, değer görme ve değer verme, rahat ettirilme ve rahatlatma. Kısa da sürse, ebeveynlerine karşı saldırganlığı, suçluluk, utanma ve endişe gibi rahatsız duyguları uyandırır, bu da yoğun bir duygusal ıstıraba yol açar – klasik öfke nöbeti. 2-4 yaş arası çocuklarda iç çekişme çok fazladır çünkü yetişkin beynin öz denetimi yoktur.
Çocuk beyninde otonomi ve bağlanma güdülerini dengeleyemeyiz. Aşkın dayanabilmesi için, stres altında yetişkin beyne geçmeyi öğrenmeliyiz. Çocuk beynin baş etme mekanizması olan inkar, suçlama ve kaçınmadan yetişkin beynin baş etme mekanizması olan gelişme, takdir etme, bağlanma ve korumaya geçebiliriz.
İlişkilerde çocuk beyinle hareket edip etmediğinizi belirlemek için bir test: Bir tartışma esnasında partnerinize söylediğiniz bir şeyleri yazın. İçerikten bağımsız olarak çocuk beynin söyledikleri “Benim”, “Hayır” ve “Benim istediğim” formunda olacaktır.